53. KOMİK VE İLGİNÇ ANILAR
Bazı anılarım
otokontrol sistemine takıldı, yazmasak daha iyi.
Kimseyi
incitmeyecek anılar;
Türkiye’den gelen misafirlerimizle yerel bir
lokantaya gittik. Menüde et ve balık seçenekleri var. Siparişleri verdik, yarım
saat sonra yemekler geldi. Misafirimize gelen balık, sipariş ettiği balık
değildi. Garsona izah etmeye çalıştı ama
garson israrla bu balığı sipariş ettiğini söyledi. Ben de; “Ye gitsin, en azından balık getirdi, buna da
şükür” dedim. Arkadaş yemeğe başladı. Biraz sonra yan masada oturanların
siparişleri geldi. Ancak masadakilerden biri gelen balığın kendi siparişi
olmadığını söyledi. Garson kız fark etti ki, yan masanın balık siparişini bizim
masaya vermiş. Onlardan özür dileyeceğine, arkadaşımızın yanına gelerek “O
balık senin değildi, niye yedin?” diye sinirli bir şekilde sorunca, bizler
gülme krizine girdik.
Eşimle beraber Addis Ababa’ya 20 km mesafede
bungalovların olduğu turistik tesiste bir gece konakladık. Odaya yemek menüsü
koymuşlar, telefonla sipariş veriyorsunuz getiriyorlar. Yemeklerin hepsi
bilmediğimiz şeyler. Patates tava söyledik. Gelen tabakta açık sarıdan
kahverengine kadar bütün tonlarda patates var. Açık sarı ve sarı renk olanları
yedik, artık tabaktaki koyu sarılar gözümüze açık renk olarak gözükmeye başladı
onları da yedik. Devamında kavuniçi renkliler, açık kahverengiler derken tabakta
sadece 3-5 kahverengi kaldı.
Türk televizyonlarında ülkeleri tanıtan yarım saatlik
programların nasıl yapıldığını gördüm ve şaşırdım. 1 kameraman, 1 muhabir
geliyorlar. Türkiye’de tanıdıkları arkadaşları Etiyopya’dan bir arkadaşını
aramış, gece havaalanında karşılamışlar. Beni sabah kahvaltısına davet ettiler.
Gelenlerle tanışıyoruz. İlk soruları; “Burada nereleri çekelim, nerelere
gidelim?” olunca anlıyorsunuz ki o kadar yolu gelirken ülke hakkında hiçbir şey
okumamışlar. Söylediklerinizi şaşkınlıkla ilk defa sizden dinliyorlar.
Hazırladıkları programı bir ay sonra TV den izliyoruz. Uçak biletlerini ve
konaklamalarını kim karşılamışsa programın tamamı onların yaptıklarına
ayrılmış.
Ucuz işgücü var ama bizde bir kişinin yaptığı işi 3-4
kişi yapıyor. Buzdolabı satın aldım. Parayı ödeyip faturayı almak istedim.
Odada uzun bir masa ve yan yana oturmuş 4 genç vardı. Birincisi fatura
defterini çekmeceden çıkartıp yanında oturana verdi. İkinci eleman fatura
defterinin arasına karbon kağıdı koyup yanındakine verdi. Üçüncü eleman
faturayı kesti bana verdi. Dördüncü eleman parayı aldı. Yani çocukluğumuzdaki;
buraya bir kuş konmuş, bu tutmuş, bu kesmiş, bu pişirmiş, bu yemiş hikayesini
bizzat yaşadım.
Arabaya binip, hareket ediyoruz. Ne tercüman şoföre “şuraya
gidiyoruz” diyor, ne de şoför tercümana “nereye gidiyoruz” diyor, ama
gidiyoruz. Enerji Bakanlığı gittiğimiz istikametin tam aksi yönünde. Zamanımız
olduğu için ses çıkartmıyorum. Beş dakika ters istikamete gittikten sonra
tercümana “Biz nereye gidiyoruz?” diye soruyorum. Cevap; “Enerji Bakanlığına”.
Tekrar soruyorum “Enerji Bakanlığı nerede?” Cevap; “Abi arkamızda kaldı”.
Soruyorum; “Peki biz niye bu istikamete gidiyoruz?”, cevap; “Abi ben
söylemedim”.
2010 yılında ikinci gidişimde, A3 kağıda fotokopi
çekmemiz gerekti. Ofisten çıktık, arabaya bindik, fotokopicinin önünde durduk.
Tercüman gitti, geldi; “Abi çektiremedim toneri bitmiş” dedi. Devam ettik,
ikinci fotokopicide durduk. Tercüman yine gitti, geldi; “Abi çektiremedim,
makinası bozukmuş” dedi. Yine devam ettik, üçüncü fotokopici. Tercüman “Abi
çektiremedim, elektrik kesik”, dördüncü fotokopici “Abi kağıdı bitmiş”. Ve
beşincide çektirdik.. Tabi bu anlattığım o yıllarda kalmıştır artık.
Bakanlıkların bulunduğu bölgeye giderken, tercümanım
şoföre 3 kilo, 4 kilo, 6 kilo diyor. Anlamını sordum. Eskiden şehir merkezinden
kuzeye yol ilk açıldığında bu yol üzerindeki merkezleri, şehirden uzaklığı kaç
kilometre ise o isimle adlandırmışlar. 3 kilometre, 5 kilometre kısaltılınca 3 kilo,
5 kilo olmuş. Zamanla şehir gelişip bu mahalleleri içine almış ama isimler tabi
ki değişmemiş.
Yabancı yatırımcıların toplantısına davet edildik.
Uzun uzun mali mevzuat anlatılıyor. Konuşmacı programın 3-4 saat süreceğini,
birazdan 1 saatlik ikram molası olacağını söyledi. Bakanlıkta başka işimiz
vardı ve arka sıralarda oturduğumuz için çaktırmadan toplantıdan ayrıldık.
Bahçede 8-9 adet kamyonet var. Arka kasalarında kesilmiş ve tabaklara konulmuş
pastalar duruyor. Belli ki başka yerde kesilip hazırlanmış ve bu şekilde buraya
sevk edilmiş. Tam fotoğraflıktı ama insanları incitmemek için çekmedim.
Piyasa fiyatı 1.000 dolar olan malzememizi
İstanbul’dan Addis’e götürdük. uçakla nakliyesi (yükün hafif ancak hacimli
olması nedeniyle) 4.000 dolar tuttu. Gümrük vergisi olarak, faturanın % 30 u
yani 300 dolar ödeyeceğim ama memur ısrarla malzemenin 20.000 dolar olduğunu,
gümrük bedelinin 6.000 dolar olduğunu söylüyor. Konu müdürüne aksediyor. Müdür;
“4.000 dolar nakliye ödediğinize göre bu malın fiyatı en az 20.000 dolardır”
diyor. “Bu malzeme Etiyopya’da hiç yok, 20.000 doları nasıl buldunuz?” soruma;
“Biz bu şekilde değer biçtik” diye cevap verince; “O zaman size bir güzellik
yapayım, madem bu malın ederi 20.000 dolar, size ben bu malı 10.000 dolara satayım,
alın sizin olsun” dedim ve malzemeyi almadan gümrükten ayrıldım. 15 gün sonra
gümrükten aradılar; “Tamam, 300 dolar ödeyip gelip malınızı alın” dediler.
Yolda gidiyoruz, bir saman yığını bana doğru geliyor.
Dedim “Bu nasıl iş?” Saman yığını yaklaştıkça ortasında bir eşek kafası
görünmeye başladı. Konvoy halinde geliyorlarmış. Sonradan alıştık bu
görüntülere.